BU YAZI
ALINTIDIR.
Sıkça
kullandığımız bir halk tabiri vardır: Cillop gibi. Bu deyimi daha çok,
kahkahaların gökyüzüne taştığı muhabbetlerimizde, sohbetlerin en neşeli
anlarında cümlelerimizin arasına sıkıştırıveriyoruz. Sevilen, hoşlanılan bir
şeyi biraz mübalağa çeşnisiyle anlatmak için başvurduğumuz bu kalıplaşmış söz
grubu ekseriyetle erkekler arasında söz dönüp dolaşıp bir güzele geldiğinde
Heredot Cevdet misâli “Cillop gibi bir manita ya da cillop gibi bir
kız.”denilir. Yeni bir eve taşınması gereken bir kişi gördüğü boş dairenin
kaçırılmaması gereken güzel bir ev olduğunu ailesine anlatmada bu sözü
kullanabilir. İyi de, ne demek bu cillop? Eki nedir, kökü nedir? Kaynağı nedir?
Nerden gelmiş, nereye gider?
Mehmet
Doğan’ın Büyük Türkçe Sözlüğü’ne, Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca Türkçe
Ansiklopedik Lûgat’ine, Ahmet Vefik Paşa’nın Lehçe-i Osmânî’sine baktım,
cillop” kelimesi bu sözlüklerde geçmiyor. Google ‘a danıştım; gençliğin kendi
kafasına göre uydurduğu, hiç de hoş olmayan ve itibar edemeyeceğim müstehcen
mânâlarla karşılaştım. Mâlum kelime için www.nisanyansozluk.com sitesinde
“pürüzsüz ve yumuşak cilt,kaymak gibi,kaygan” anlamları verilmiş,ama kelimenin
geçmişiyle ilgili hiçbir bilgi yok.TDK’nın www.tdk.gov.tr sitesinde ise
izlerini aradığımız söz için “parlak, pürüzsüz,tertemiz” anlamları verilmiş.
“Cillop gibi” deyimi de “parlak bir biçimde” olarak anlamlandırılmış. Bu
açıklamaları tatmin edici bulmadım. Cillop gibi çocuk ifadesini TDK
açıklamasına göre düşündüğümde bana hiç de anlamlı gelmedi.
Milletlerin
alışkanlıkları, ilgileri, aşırılıkları kısacası kültürleri kullandıkları dile
yansır. Yemeye, içmeye aşırı ilgi gösteren Türkiye insanının bu düşkünlüğü
dilimize de aksediyor. Sevdiğimiz bir nesneyi anlatmak için bal gibi, kaymak
gibi deyiveriyoruz. Çocuk severken : “Yerim ben onu.” diyerek istiare yoluyla
minikleri sevdiğimiz bir yiyeceğe benzetiyoruz. Anlaşılan o ki bu cillop
denilen nesne de yenilir, yutulur cinsten bir şey olsa gerek.
Cillop
kelimesinin mâzisine yolculuk edebilmek için dilimizin geçmişi hakkında en
güzel, en büyük, en derin kaynağa, yani dîvan şiirine başvurdum. Onun bana,
doğru bilgiler fısıldayacağından emindim.
Beyit
arşivimi karıştırdım. Üstünde durduğum kelimeye benzer bir söze ulaşmak hiç de
zor olmadı: Cüllâb. Büyük bir merak ve iştiyak ile bu kelime için tekrar
sözlüklere daldım. Tabi ki TDK’da bulamadım. Mehmet Doğan’da da yoktu. Yeni
sözlüklerde aradığımı bulamayacağımı tahmin etmeliydim. Eskilere müracaat
ettim. Ferit Devellioğlu, cüllâb için “gülsuyu” anlamını verirken cülâb maddesine
yönlendirmiş. Onda da “gülsuyu ile ishâl veren bir şerbet” karşılıklarını
kaydetmiş. İshal kısmını attım, şerbet kelimesine takıldım. İşte benim aradığım
ipucu bu idi. Çünkü günlük hayatta kullandığımız cillop kelimesi ile şerbetin
çok yakın ilişkisi olduğunu düşünüyorum.
Cüllâb
kelimesi hakkında Kâmûs-i Türkî güzel bilgiler vermiş: “cülâb ( جلاب),
farsça gül-âbdan(کلاب ) muarreb (Arapçalaşmış), bilgisiyle beraber gülsuyu ve müshil
gibi kullanılan bir şurup.” açıklamasını yapmış. Demek ki kelimemiz Farsça
gül-âb iken Arapça’ya cül-âb ve cüllâb diye geçmiş, Türkçemizde her iki
şekliyle de kullanılmış. Hüseyin Atay’ın Arapça-Türkçe Büyük Lügâti’nde cüllâb
ve cülâb şeklinde geçen kelimeye ilk olarak bal, ikinci anlam olarak gülsuyu
verilmiş.
Lügatler
cüllab’ın anlamı olarak gülsuyunda birleşiyorlar. Bazılarında müshil için
kullanılan şerbet anlamı da verilmiş. Acaba hangisi? Bence hiçbirisi değil.
Doğruyu bulmak için cüllâb kelimesinin geçtiği metinlere bakmakta fayda
görüyorum.
16.asır
şairi Sehâbî’ye kulak verelim:
Diler
ağyâr zevk-i vuslâtı uşşâk hicrânı
Meges
cüllâb arar pervâne ister nâr-ı sûzânı
(Sineğin
gülsuyunu, pervânenin de yakıcı ateşi istediği gibi ağyâr, kavuşma zevkini,
âşıklar ise ayrılığı diler.)
Lâtîfî
Tezkiresi’nin günümüz Türkçesine çevrilmiş baskısında beyit böyle nesre
çevrilmiş. Beyit nesre çevrilirken bağlam dikkate alınmamış, sözlük anlamlarına
göre kelimeler anlamlandırılmış. Yanlış anlaşılmasın, kitabı hazırlayan
hocamıza kusur izâfe etmek, eserde gözden kaçan bir noktayı kusur gibi
göstermek benim haddim değil. Kalemin kırılsın, klavyem parçalansın ki böyle
bir düşüncem yok.
Sinek,
arı ve karınca gibi böceklerin şekerli yiyecekleri istila ettiğine çoğumuz
şahit olmuşuzdur. Bu beyitte sineğin aradığı, arzuladığı cüllâb, gülsuyu değil,
hoş-ab’dan değişme hoşaf gibi bir şerbet olmalıdır.
Şâirler
sultânı Bâkî de söylediğim doğrultuda bir beyit binâ eylemiş:
Leblerinde
hatın ey şîrîn dehen
Mûrlar
cüllâbe düşmüş gûyyâ
(Ey
ağzı tatlı olan sevgili, dudaklarındaki ayva tüyleri, şerbete düşmüş
karıncalardır sanki.)
Cüllâb
kelimesinin şerbet olduğunu gösteren metinlerden birisi de Serezli Kandî’nin
kelimelerle büyük bir ustalıkla oynadığı şu güzel beyitidir:
Kande
kandım ey sanem cüllâb-i la’lin kandine
Kim
bana Kandî diyu bühtân edersin her nefes
(Ey put
kadar güzel sevgili, kırmızı dudağındaki şerbetin şekerine nerede kandım ki
Kandî(kandı) diye her an bana iftira edersin.)
Beyitteki
anlama göre cüllâb içilen, şekerli bir tatlıdır. Gülsuyu ise içilmez ,bir koku
olarak ellere ya da vücûdun belli yerlerine sürülür.
Zaten
şairler cüllâb ile gülâbı birbirinden ayırarak şiirlerinde kullanmışlardır:
Yine
Bâkî’ye kulak verelim:
Dûd-ı
âhım ruhun hevâsıyla
Ebr
olur yağdurur cihâna gül-âb
(Âhımın
dumanı yanağını arzuladığı için bulut olup yeryüzüne gülsuyu yağdırır.)
Lâtîfî
tezkiresinde şair dürri bahsinde bir lâtifeye yer verilir. Bu lâtifede
Dürrî,Cüllâbî mahlâsını kullanan bir şerbetçiden ciğer yakan temmuz günlerinde
bir beyit ile yardım istemiştir.Şerbetçi Cüllâbî bize bu kelimenin ne anlama
geldiğini çok güzel bir şekilde haykırıyor. (1)
Getirilen
delillerden de anlaşıldığı gibi cüllâb kelimesi, gülsuyu değil, bir tür tatlı
ya da şerbettir. Bunları neden anlatmıştık? Cillop kelimesinin ne olduğunu
ortaya çıkarmak için. Büyük bir ihtimalle cüllab kelimesi zaman için değişime
uğrayarak cillop olmuştur.
Farsça
gül-ab kelimesi, Arapça tesiriyle cül-âb ve cüllâb şeklini almış. Şekil
değiştirdiği gibi anlam da değiştirmiş, gülsuyu iken bir çeşit tatlının adı
olmuştur. Asırlar mâzîde kalınca bu tatlı unutulmuş, sadece adı şekil
değiştirerek bugünlere gelmiş. Kelimemiz cüllâb iken cillop olmuş, bir deyim
içinde gerçek anlamını yitirerek yaşamaya devam etmektedir.
Cillopun
geçmişten bugüne değişimini anlatmaya çalıştım. Bitti mi? Galiba bitmedi. Çünkü
bu kelime batı dillerine de geçmiş olabilir.
Redhouse
sözlüğünde “jelly bean” (celibin) diye bir kelime gördüm. İçi jöleli fasulye
şeklinde bir şekermiş. Bu benzerlik beni şaşkınlık içine hapsetti. Jöle
kelimesi de benzer seslere ve anlama sahib. Acaba bu da mı bizim cüllâbdan
geliyor? Fransızca-Türkçe Resimli Büyük Dil Kılavuzu’ndada “julep” kelimesi
için “su ile zamktan mürekkep bir ilaç karşılığını veriyor. Allah Allah! Tabi
bunlara bir şey diyemem.
Cillopun
ne olduğunu yazmaya çalıştım. Cillop gibi bir yazı oldu mu olmadı mı bilmem,
ama cillopun ne olduğunu artık bildiğimize eminim artık.
1- Kaba
sözlere yer verildiği için zikredilen beyiti buraya alamıyorum. Meraklısı
Lâtîfî Tezkiresi, Doç.Dr. Mustafa İSEN, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara
1990,s.157. sayfaya bakabilir.
BU YAZI
ALINTIDIR.